Birkaç gece önce ikinci kez Kolera Günlerinde Aşk
filmini izledim. Sinemadan anladığımı iddia etmesem de izlediğim iyi
uyarlamalardan biri olduğunu düşünüyorum. Karanlık odada Javier Bardem’in
filmin üstüne çıkan oyunculuğuna kapılmışken diğer yandan da Erich Fromm’un
Sevme Sanatı’nda ayrılık acısı ile başetmeye çalışırken saptığımız yolları
anlattığı bölüm geçir aklımdan.
Ve film ilerliyor…
Sonra yarı uykulu halden uykusuz düşünceli saatlere
geçişime sebep olan replik asılı kalıyor kulaklarıma;
“Aklımı
kaçırmamak için yapabileceğim tek şey rutinime devam etmek”
diyor Florentino Ariza…
Ardından birkaç gün geriye gidiyorum. Ülke
gündeminin asap bozucu ağırlığı altında uyandığım bir sabah 140 karakterde
hangi cümle ile sosyalleştiğimi hatırlıyorum.
“Bütün
sıradanlarımızı, rutinlerimizi, sabitlerimizi kaybettik. Başka bir hayatı
yaşamaya zorlandık. Sadece ölüm konuşuyoruz. Yaşam hiç yok.”
Kimi zaman “bu topraklar” diye tabir ettiğimiz,
sınırları oldukça geniş, bizler açısından ise belli çizgilerle sınırlanmış kara
parçasında ölümün binlerce yıldır elini kolunu sallayarak gezdiği bilgisi bize
hücrelerimiz kadar yakın. Her zaman pervasız, her zaman acımasız ve her nedense
hep aynı kesimleri hedef alan ölümlerden bizler de payımıza düşeni alıyoruz.
Uzay zaman ilişkisini yerle bir edercesine az zamana
sayısız kötülük sığdıran, aklımın alamayacağı vicdansızların arasında
hayatımızı, sevdiklerimizi, insanlığı, insanlığımızı ayakta tutmaya
çalışıyoruz. Ancak an be an bir parçamız dağılıp gidiyor. Bedenimizi, akıl
sağlığımız düşünmeye fırsat bulamıyor giderek dengemizi, bize iyi gelen
şeyleri, gülümsemeyi, nefeslerimizi kaybediyoruz.
Çok kısa sürede işlevsiz yığınlara dönüşme riski
taşıyarak, istemeden de olsa pesimizmin karanlık sularında boğulma ve tasavvuftaki
anlamından tamamen uzak bir hiçliğe düşme yolundayız.
Üstelik acayip zorunluluklarımız var. Herkes bizden
fiziki olarak ya da cümlelerimizle her konuda hassasiyetimizi belirtmemizi
bekliyor. Israr ediyor, tenkit ediyor, zorluyor. Acıyı, fikirleri, olguları
içimizde yaşayıp belli süzgeçlerden geçirip sönümlememize ya da
alevlendirmemize fırsat yok. Anlık tepkisellikle topluca içimizdekileri
boşaltmalı, tek bir gündem bile atlamamalıyız.
Her şey fazlasıyla ağır…
Olaylar silsilesi durmak yerine sıklaşıyor... Biz de hayatı daha sık dokumaya çalışan ömrü kısa ipek böcekleri gibiyiz... Amaçlarımızdan, hayatımızdan giderek sapıyoruz...
Oysa aynen Florentino gibi sabretmeli ve
rutinlerimize sarılmayı da unutmamak gerek belki…
Kitaplarımıza, dinlediğimiz müziklere, filmlere,
futbol maçlarına, sevdiklerimizle her şeyden uzak bir sohbete, çiçeklerimize o
günlük sıradan vakitleri ayırmalıyız. Müzik dinlemeye, günaydın demeye utanır
hale geldik ve bir sonraki adım ne bilmiyorum. Ama bu ürkütücü gride, bu
koleradan beter günlerde sabitlerime, rutinlerime utanmadan sarılmayı
seçiyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder